Mutluluk Nedir?
Harvard Üniversitesi 75 yıl kadar yani yaklaşık bir ömür süren ‘mutluluk nedir’ araştırmasını sonlandırdı ve sonuçları açıkladı. Peki, bu ‘mutluluğun keşfi’ için neden bu kadar uzun süreli bir araştırma yapıldı dersiniz?
İnsanlar, hayatları boyunca gittikleri her yolda, kurdukları her hayalde, yaptıkları çoğu eylemlerinde özünde mutluluk arayışında olduklarından belki de. Kurduğumuz çoğu hayali aslında bizi çok mutlu edeceğini düşündüğümüz için kuruyoruz. Varoluşsal sancılar çeksek bile dönem dönem, hayatta olma halimiz savunma mekanizması olarak mutluluk aramaya devam ediyor.
Mutluluğun adı her birey için değişik karşılıklar bulabilir. Ancak genellikle insanlar para, başarı, şöhret, aşk, aile veya bağ kurma, sağlık gibi konularla mutluluğu bağdaştırıyor.
Size ilginç ve anlamlı bulduğum iki kısa öykü anlatmak istiyorum. İki öykü de bu bağdaştırmaların başarı ve alışkanlıklar kısmıyla ilgili.
Meksika sahil kasabasına yolu düşen Amerikalı iş adamı, kıyıya yanaşan kayıktaki balıkçıyla konuşur. Kayığın içinde, henüz tutulmuş birkaç ton balığı bulunmaktadır. Amerikalı iş adamı balıkların iriliğinden dolayı balıkçıyı över ve bu birkaç balığı ne kadar zamanda yakaladığını sorar. Balıkçı, “Fazla sürmedi, senyör” der. Amerikalı hayretle sorar: “Öyleyse neden daha fazla denizde kalıp da daha çok balık tutmadın?”, “Bu kadarı bugünlük aileme yeter.”
“Peki”, der Amerikalı iş adamı. “Geri kalan zamanın nasıl dolduruyorsun?”
“Sabahları geç kalkıyorum. Sonra birkaç balık tutuyorum. Sonra çocuklarla oynuyorum. Öğleden sonra eşimle biraz şekerleme yapıyorum. Akşamları da kasabaya iniyorum; Amigolarla bir şeyler içip gitar çalıyoruz. Böylece hayatı dolu dolu yaşıyoruz, senyör.”
Amerikalı iş adamı bu hayatı son derece sevimsiz bulur.
“Ben Harvard mezunuyum, sana yardımım dokunabilir” der. “Her şeyden önce, daha fazla balık tutmalısın.”
Balıkçı hayretle sorar: “Niçin senyör?”
“Artan balıkları satar, daha çok kazanırsın.”
“Sonra senyör?”
“Zamanla kendine daha büyük bir tekne alırsın.”
“Sonra senyör?”
“Daha büyük tekneyle daha çok balık tutar, daha çok kazanırsın.”
“Sonra senyör?”
“Daha başka tekneler alır, bir filo kurarsın.”
“Sonra senyör?”
“Sonra balıkları işlemek için kendin konserve tesisleri kurarsın. Böylece kârın önemli bir kısmını başkalarına kaptırmamış olursun.”
“Sonra senyör?”
“Tabii, bütün bu işleri böyle küçük bir sahil kasabasında yürütemezsin. bu arada Los Angeles veya New York gibi büyük bir dünya kentine taşınmış olursun.”
“Sonra senyör?”
“Yeteri kadar büyüyünce halka açılır, hisse senetlerini satarsın. Büyük zengin olursun. Milyonlarca doların olur.”
“Sonra senyör?
“Bu kadar paran olduktan sonra çalışmana gerek kalmaz. Emekliye ayrılır, bir sahil kasabasında kafanı dinlersin. Sabah geç saatlere kadar uyursun. Biraz balık tutar, çocuklarla oynar, öğlenleri de şekerleme yaparsın. Akşamları ise amigolarınla bir şeyler içip gitar çalarsın.”
“Şu an bunları yapıyorum zaten senyör!..”
Elbette söylediğimiz gibi her bireyin kendince bir mutluluk anlayışı olabilir.
Alışkanlıklar ve mutlulukla ilgili ikinci kısa öykümüze geçelim:
Köylü bir kadın tatlı mı tatlı bir buzağı bulmuş evinin önünde. Bu buzağıyı çok sevmiş, öyle sevimliymiş ki , her gün onu sırtında taşıyarak gezdirir, korur, beslermiş. Zamanla buzağıya ve günlük rutinlerine öyle bağlanmış ki bu kadın gün gelip buzağı ‘öküze’ dönüştüğünde bile onu sırtında taşımaya devam etmiş.
Alışılmış mutsuzluklar, keşfedilmemiş mutluluklara engel olur mu?
Yorum okuyucularımıza kalsın. Biz gelelim Harvard’ ın araştırmasının sonucuna. Harvard mutlulukla ilgili ne söylüyor dersiniz? Robert Waldinger’in açıkladığı sonucun adımları nelerdi?
“Grant and Glueck Study” ismiyle anılan bu çalışma aslında iki araştırmanın birleşiminden oluşuyor. Grant Araştırması kapsamında 1939-2014 yılları arasında Boston’da büyüyen 456 düşük gelirli erkek incelendi. Glueck Araştırması kapsamında ise 1939-1944 yılları arasında Harvard’da okuyan ve mezun olan 268 erkek ve yakınları incelenmiş, sonuca göre:
Ne kadar para kazandığınız, ne kadar takipçinizin, hayranınızın olduğu, ne kadar büyük şirketlerde çalıştığınız ya da ne kadar aşık olduğunuz değil. Yapılan bu araştırma, hayatta güvenebileceğiniz, kendinizi teslim edebileceğiniz insanlara sahip olmanın sinir sistemini rahatlattığını, beynin daha uzun süre sağlıklı kalmasına yardımcı olduğunu, duygusal ve fiziksel acıları dindirdiğini gösteriyor. Hayatınızda her ne alan olursa olsun, ilişkilerinizin ‘derinliği ve gerçekliği’ önem arz ediyor.
Önemli olan kaç tane arkadaşınızın olduğu, duygusal bir ilişkinizin olup olmadığı değil!
Waldinger ayrıca ”Önemli olan kaç tane arkadaşınızın olduğu, duygusal bir ilişkinizin olup olmadığı değil. Önemli olan yakın ilişkilerinizin kalitesi” diyor. Büyük bir arkadaş grubunuzun olması, her hafta sonu dışarıya çıkıyor olmanız veya mükemmel bir romantik ilişkinizin olması önemli değil.
Önemli olan bu ilişkilerinizin kalitesi, ne kadar derin olduğu, bir şeyler paylaşırken kendinizi ne kadar güvende hissettiğiniz, karşınızdakinin gerçekten kim olduğunu ve onun size gerçekten kim olduğunuzu gösterip gösterememesi.
Araştırmalara göre birçok genç, zenginlik ve şöhretin mutlu bir hayatın anahtarı olduğunu düşünüyor. Harvard Üniversitesi tarafından yapılan uzun soluklu bir çalışma ise uzun ve mutlu bir hayatın sırrının kazanılan para veya elde edilen şöhretle ilgisi olmadığını gösteriyor. Sağlıklı ve mutlu bir ömrün sırrı; aileniz, arkadaşlarınız ve eşinizle olan ilişkinizin sağlamlığına dayanıyor. Sağlıklı ve gerçek insan ilişkilerine..
Black Mirror isimli dizi gelecek zamanda ‘sosyal medya’ üzerinden insan ilişkilerinin gidişatını ele aldığı bölümde gerçekten ürkütücü bir tablo çiziyor. İnsan ilişkilerinin sosyal medya ile deforme olması aslında sandığımızdan daha fazla mutsuz olmamıza sebep oluyor. Buradaki sıkıntı, çoğu insanın bunun farkında olmaması. Farkında olmama durumu, sosyallik paradoksu oluşturuyor. Evet mutluluk için sağlıklı, derin ve güçlü insan ilişkilerine ihtiyacımız, yani sosyal olmaya ihtiyacımız var ama sosyal medya üzerinden kurduğunuz arkadaşlık ya da laf gelişi sosyalleşme dediğimiz şey bu araştırmanın tersine düşüyor. Sosyal medyadaki profillerin gücüne göre insanlarla arkadaşlık kurma isteği oluşuyor, yani popüler kişilerle arkadaşlık kurmaya çabalıyor çoğu insan. Diğer yandan sosyal medya üzerinden son derece mutlu bir çift profili çizseniz bile, ruhlarınıza ulaşamıyorsanız derin bir mutsuzluk tohumu ekiyorsunuz bu araştırmaya göre.
Sosyal medyadaki arkadaşlarınız yolda karşılaştığınızda selam vermemek için sizi görmezden geliyor mu?
Ya da örnek aldığınız, beğendiğiniz profile sahip bir çifti yakından tanıyınca aslında kafanızda kurduğunuz gibi örnek bir çift olmadığını fark ettiniz mi?
Ya da kendi ilişkinizi ele alın. Profilinize hayranlıkla bakıyor, ama yanınızdaki insanla o bağı hissetmiyor musunuz?Gerçekleri hissediyor ama farkındalıkla eleştirmekten kaçıyorsak tohumun üstüne toprak atıyoruz demektir. Sorgulamalı, eleştirmeli, düşünmeliyiz ki küçük sorun tohumlarının daha fazla köklenmesine izin vermeyelim.
Kaynak:
Over nearly 80 years, Harvard study has been showing how to live a healthy and happy life
New York Times
Adultdevelopmentstudy
matematiksel.org/ Ceren DEMİR