Mimarlıkta Güzellik Kavramı
Mimarlık alanı geçmişten günümüze kadar gelen ve günümüzde de oldukça hararetli şekilde tartışılan ve tartışılmaya devam eden sanat, zanaat, güzel, çirkin… gibi birçok kavramsal tartışmalara ev sahipliği yapar.
M.Ö 1. yüzyılda yaşamış Romalı mimar, mühendis, asker olan Vitruvius’tan beri; yalnızca işlevini, görevini karşılamak için yapılan nesnelerin, inşaat ürünlerinin bir zanaat olduğu ileri sürülür. Bir yapının sanat ürünü olarak sayılabilmesi için verilen görevini yerine getirmesinden başka insanlara, kullanıcısına başka duygu, düşünce, inanış katması gerekir. Kullanıcısının oradan bir şeyler alması, kendine bir pay çıkarması, oradaki bazı şeyleri içinde benimsemesi gerekir. İşte o zaman bir yapı sanat ürünü olur. Yani bir yapı kullanıcısına işlevinden başka herhangi bir şey katmıyorsa o yapıya sanat ürünü denemez. İşte sanat ürünü olan nesnede de en başta bahsettiğimiz kavramlar yatar. Bunlardan biri de güzelliktir.
Bir Yapı Güzellik Nasıl Olur?
Bir mimari yapıt insanlara yalnızca tek bir özelliğinden dolayı güzel gelmez. Bu özelliklerin çeşitli kombinasyon, uyum, birlikteliği ile ‘güzel’ dediğimiz kavram insana uygun gelir. Mesela bir yapıda parçalar birbiri ile uygun oranlara sahip olsa bile yanlış malzeme, renk, doku kullanımı o yapının ‘güzel’ olma potansiyelini yok eder.
Bir yapıyı güzel buluyor olmamız; o yapıyı oluşturan elemanların kendi içimizde zamanla oluşturduğumuz şartları karşılıyor olması, bizim düşünce biçimimize, birikimlerimize uyuyor olması, geçmişten gelen gelenek ve görenklerimizi yansıtıyor olması demektir. Yani mimarlık için net kuralları olan tek bir güzellik anlayışı yoktur. Çünkü ‘güzellik’ kavramı kişiden kişiye değişir. Ayrıca estetik değer tasarımcı tarafından konulmaz.
Bir nesnenin, yapının estetik değeri kullanıcıdan kullanıcıya değişkenlik gösterebiliyor olup o yapıyı kullanan kişinin yapıdan çıkardığı anlam, edindiği, pay aldığı taktirde ortaya konulur. Öznenin, kurgulanan anlamı keşfetmesi gerekir.
Mimaride Güzellik
Mimaride güzellik anlayışı yalnızca o yapı içinde çözümlenemeyebilir. Çevresinde olup biten veriler, zaman, mekan gibi çevresel veriler de yapının kişi üzerinde güzel etkisi bırakıp bırakamamasını sağlayabilir.
Bir yer için tasarlanmış bir yapı gerçekte o yere ait olmayabilir, çevresinden kopuk, başka bir şey söyleyen, çevresini referans almamış, çevre potansiyellerini ve çevrenin ona katabileceği şeyleri keşfedememiş bir halde olabilir. İşte tüm bunlar yapı kullanıcılarının o yapı için estetik değerini belirler. Bu da kişiye göre değişen bir olgudur. Mimarlık alanı içinde, okullarda, jürilerde, tartışma ve eleştirilerde ‘güzel’ veya diğer kavramların kullanımı işte bu yüzden göze çarpmaktadır.
Semih ATA