Kudüs, Mescid-i Aksa ve İnşası
Müslümanların 3 kutsal mescidinden biri olan Mescid-i Aksa ayrıca Kabe’den önce İslamiyet’in ilk kıblesi olmasından dolayı, Müslümanlar için oldukça değerlidir. 3 semavi din için önemli olan Kudüs şehrinde bulunan bu mescid tarih boyunca bir çok kez el değiştirmiş ve yıkılıp yeniden imar edilmiştir.
Mescid-i Aksa, Kudüs’te bulunan ve tarihi şehrin halihazırda ev sahipliği yaptığı kutsal bir mekandır. Asıl adı Ârâmîce “Beth makdeşa“, İbrânîce “Beth ha-Mikdaş” ve Arapça “Beytülmakdis” olup “mukaddes ev” anlamına gelmektedir. İlk kuruluşundan beri taşıdığı bu ad, sonradan şehrin tamamını kapsamına almıştır. Bu kutlu şehir için Müslümanların benimsediği Kudüs adı da aynı kökten gelmekte ve aslında şehri değil mabedi ifade etmektedir.
Tevrat kaynaklı rivayetlere göre, Hz. Nuh, oğullarından Ham’a bugünkü Kudüs ve çevresini miras olarak bırakmıştır. Ham’ın oğlu Kenan döneminde bölgede ilk yerleşimlerin başladığı düşünüldüğü için, Filistin’in ismi birçok eski metinde “Kenan diyarı” olarak geçer. İslâm kaynaklarında da “Kenan illeri” şeklinde atıf yapılan coğrafyanın Hz. Nuh ve oğullarıyla bağlantısı konusunda, net bir rivayet yoktur.
Bugünkü arkeolojik veriler, Kudüs ve çevresinde ilk yerleşimlerin M.Ö. 3500’lerde gerçekleştiğini göstermektedir. Tarihî kaynaklara göre, Kudüs’ün ilk sakinleri, putperest göçebe kabilelerdir. Kudüs’ün bilinen ilk sakinleri Yebusilerdir. Filistin kökenli bir halk olan Yebusilerin, Hz. Nuh’un oğlu Ham’ın soyundan geldiğine inanılır.
Atalarının tarihi yurdu Filistin’i düşmanlarının elinden alan İsrailoğulları, Hz. Davud’un liderliğinde siyasi ve dinî olarak yeniden toparlanış sürecine girmiştir. Hz. Davud, bugünkü Kudüs surlarının hemen güneyinde, şehrin ilk halinin temellerini atmıştır. Hz. Davud’un M.Ö. 1003’te resmen başkent ilân ettiği bu şehir, şimdiki Kudüs’ten çok daha küçüktür.
Hz. Davud’un yönetiminde olan Filistin topraklarının yönetimini kendisinden sonra, yine kral ve peygamber olan oğlu Hz. Süleyman almıştır. Hz. Süleyman, insanlık tarihinin gördüğü (ve göreceği) en geniş imkânların emrine verildiği, sıra dışı bir yöneticidir. Hz. Süleyman, Kudüs’te kıblesi Kâbe’ye dönük bir mescit inşa etmiş, bu mescit, Yahudiler tarafından “Süleyman Mabedi” olarak adlandırılmıştır.
Beytü-l Makdis’in İnşası
M.Ö. 970-931 yılları arasında hüküm süren Hz. Süleyman insanlardan, cinlerden, kuşlardan ve diğer canlılardan oluşan devasa ordulara sahipti. Tüm bu varlıklar, onun emri ve yönlendirmesi altında, dilediği işler için çalışırdı. Hz. Süleyman, Kudüs’te büyük bir mescit inşa ettirmek için kolları sıvadı. 957’de tamamlanan mabedin kıblesi de Kâbe’ye dönüktü.
Elde bulunan Tevrat ruloları, Hz. Süleyman’ın emriyle bu mescidin ortasındaki özel bir bölümde muhafaza altına alındı. Mescidin tamamlanarak ibadete açılmasının ardından, Hz. Davud’un vaktiyle kurduğu şehir, bugünkü sur içi Kudüs’ü de kapsayacak şekilde genişletildi.
Babil Kralı Nabukadnezzar, Beytü-l Makdis’in yıkılmasını emretti. Hz. Süleyman’ın inşa ettiği mescit böylece yok olurken, Yahudiler de sürgün edildiler. Babillileri yenen Pers Kralı Kiros’un Yahudilere yeniden Kudüs’e dönüş izni vermesi, şehrin tarihi açısından dönüm noktalarından biri oldu. Kudüs’e dönen Yahudiler, Beyt-ül Makdis’i tekrar inşa etti.
Hz. Süleyman’ın yaptırdığı mescit, bu yeniden inşa sürecinde bir dizi değişikliğe uğradı. Persler nezdinde danışman olarak görev yapan Yahudi Nehemya, Kudüs’e gelerek, sadece 52 günde şehri kalın ve yüksek surlarla çevrilmesini sağladı. Daha sonra Makedonyalı Büyük İskender’in emrine giren bu şehir, Roma’nın Kudüs valisi Herod ile tekrar imar edildi.
Herod’un ölümünden sonra Filistin valiliğine atanan Pontius Pilate’nin yönetimi, Hıristiyan inancına göre Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi süreciyle öne çıkar. Beytü-l Makdis’in yeniden inşa ve imarının tamamlanması, Yahudilerle Roma İmparatorluğu arasındaki gerilimin doruğa çıktığı bir döneme tesadüf eder. Roma’nın ünlü komutanlarından Titus, Kudüs’ü kuşatarak halkı kılıçtan geçirir. Katliamdan sağ çıkabilen Yahudiler ise, dünyanın dört bir yanına sürülür. Gelişen olaylar ile Roma İmparatoru Hadrianus, Yahudiliğin Kudüs’ten kazınmasını emreder.
İmparator Konstantin’in annesi Helena, Kudüs’e yaptığı ziyaret sırasında, Ortodoks Hıristiyanlığın bugün hâlâ ayakta olan çok sayıda eserini inşa ettirdi. İmparator Theodosius’un eşi olan İmparatoriçe Aelia Evdoksiya, Yahudilerin Beytü-l Makdis alanında dua etmelerine yeniden izin veren isimdir.
Bizans’la sürekli mücadele halinde olan Sâsânî İmparatorluğu, Suriye’yi ele geçirdikten sonra Kudüs’e girerek, Hıristiyanların şehirdeki hâkimiyetine son verdi. Kudüs’ün yitirilmesi, Bizans İmparatoru Herakliyus için gerçek bir hezimetti. İmparator, bütün siyasi hedefini Kudüs’ü İranlılardan geri almaya odakladı. 628’de Bizans ordusu tıpkı Kur’ân’ın Rûm suresinde haber verildiği gibi Sâsânîlere galip geldi ve Kudüs yeniden Bizans’ın kontrolüne girdi.
İslam İle Adalet Ve Huzurun Dönüşü
Hz. Peygamber’in vefatından yalnızca 6 yıl sonra, 638’de İslâm orduları Kudüs kapılarına dayanmıştı. Şehrin dinî ve siyasi hâkimi Patrik Sophronius, ancak Halife Ömer bin Hattab bizzat gelirse şehri teslim edebileceğini söyleyince, Hz. Ömer Kudüs’e geldi.
Hz. Ömer’in gelişi ile Kudüs’ün Müslümanlara devrinin ardından, Kudüs’te yaşayan bütün inançlara kendi haklarını veren bir emannâme imzaladı. Kudüs’te bugün bile devam eden birçok dinî düzenlemenin temeli, söz konusu fermana dayanır. Şehri gezerken Beytü-l Makdis’in yerinin de kendisine gösterilmesini isteyen İslam Halifesi Hz. Ömer, günümüzde Mescid-i Aksâ alanı olarak bilinen yerde bir mescit inşa ettirmiştir.
Emevî halifelerinden Abdulmelik bin Mervan, Kudüs’e şehrin şanına yaraşır bir anıt eser yaptırmak istedi. Gerekli planların hazırlanmasının ardından, aralarında gayrimüslimlerin de bulunduğu bir ustalar topluluğu, çalışmalara başladı. 691’de kapılarını açan eser, ihtişamıyla ve Kıyâme Kilisesi’ninkinden daha yüksek kubbesiyle göz dolduruyordu.
Yahudi inancına göre Hz. İbrahim’in, oğlu Hz. İshak’ı kurban etme emrini aldığı kayanın üzerine inşa edilen esere, bu nedenle Kubbetu’s-Sahra adı verildi. Kubbetu’s-Sahra, yapıldığı günden bu yana hiç yıkılmadan ayakta kalan en eski İslâm eseri unvanını korumaya devam ediyor.
(Kubbetu’s-Sahra, bir çoğumuz tarafından hali hazırda Mescid-i Aksa ile karıştırılmaktadır! Bu konuda detaylı anlatım aşağıdaki fotoğraftadır…)
Abdulmelik’ten sonra yerine geçen oğlu Velid, Şam’da inşa ettirdiği Emevî Camii’yle aynı dönemde, 701’de Mescid-i Aksâ alanı içine büyük bir mescit yaptırmak istedi. Hz. Ömer’in, inşaatında bizzat çalıştığı ahşap mescit yıkılarak, kıble yönünde görkemli bir mabedin temelleri atıldı. Depremler, yangınlar ve işgaller sebebiyle, Kıble Mescidi’nin ilk halinden günümüze herhangi bir şey kalmadı. Günümüzdeki Kudüs şehir siluetinin yavaş yavaş şekillendiği 700’lü yıllar, aynı zamanda şehrin isminin “Kudüs”e dönüştüğü bir zamandı.
Abbâsîler, o döneme kadar “İlya” olarak anılan şehrin adını “Kudüs” yaptılar ve bu kullanım da yaygınlaştırdılar. 900’lü yıllarda Mısır’da yönetimi ele alan Fâtımîler, Memlûk öncesi dönemde Ortadoğu’nun tek hâkimiydi. Mekke ve Medine’nin yanında Kudüs de Fâtımîlerin gözde şehirlerindendi. 996’da babası Ebû Mansûr’un yerine tahta çıkan Hâkim biemrillâh, 1021’de sona eren hilâfeti süresince Kudüs’e özel ilgi gösterdi.
Hâkim’in en tartışmalı kararı da yine Kudüs’le ilgiliydi: Halife, 1010’da bütün Hıristiyanların acilen İslâm’a girmesini ferman buyurarak, Kıyâme Kilisesi’nin yıkılmasını emretti. Kilisenin imhası için çalışmalara başlanırken, Hâkim ikinci bir fermanla yıkımı durdurdu. 1021’de Kahire’de ortadan kaybolan ve cesedi dahi bulunamayan Hâkim’in akıbeti hâlâ meçhuldür.
Papa Urban’ın çağrısına uyan Haçlılar, Avrupa’nın dört bir yanından toplanarak, Godfrey de Buillon komutasında Filistin’e doğru harekete geçti. İslâm topraklarında önlerine gelen bütün yerleşim birimlerini yakıp yıkarak coğrafyanın kalbine kadar ilerleyen Haçlılar, bir aylık kuşatmanın ardından, 15 Temmuz 1099’da Kudüs’ü ele geçirdi. Kutsal şehrin Haçlılar tarafından alınması, Kudüs sakinleri için gerçek bir felâket oldu. Sur içinde yaşayan binlerce Müslüman, (Ortodoks) Hıristiyan ve Yahudi kılıçtan geçirildi. Batılı tarihçilerin de teyit ettiği gibi, Kudüs’ün dar sokaklarında atlar baldırlarına kadar çıkan kan denizinin içinde ilerlediler.
Kudüs’ü işgal edip ahalisini kılıçtan geçiren Haçlılar, şehirdeki bütün dinî eserleri kendi kontrolleri altına almıştı. Mescid-i Aksa ve çevresindeki mescitler kilise ve at ahırlarına dönüştürülürken, Ortodoks Hıristiyanlara ait mekânlar da sahiplerinin ellerinden alındı. Haçlıların Kudüs’teki yaklaşık 90 yıllık hâkimiyeti, Selahaddin Eyyubi’nin (1138-1193) olağanüstü gayretleriyle sonlandırıldı.
Fatımileri ortadan kaldırdıktan sonra Suriye bölgesindeki diğer emirlikleri emri altına alan Selahaddin, 1187’deki Hıttîn Savaşı’nda Haçlıları korkunç bir yenilgiye uğrattı. Kudüs’e muzaffer bir komutan olarak giren Selahaddin, şehri yeniden huzur ve sükûnete kavuşturdu. İngiltere Kralı Aslan Yürekli Richard, fetihten sonra Kudüs’ü yeniden ele geçirmeye çalıştıysa da, başarılı olamadı. Selahaddin’le Richard arasında 1192’de imzalanan bir anlaşma Kudüs’ün selametini garanti altına aldı.
Kudüs’te Osmanlı Hakimiyeti
Osmanlı İmparatorluğu’nu bugünkü Ortadoğu’ya doğru genişletme siyaseti güden Yavuz Sultan Selim, 1517’nin son günlerinde Kudüs’e girdi. Kudüs, Kanuni Sultan Süleyman döneminde büyük bir imar ve inşa faaliyetine sahne oldu. Memlükler, Kudüs içinde ve özellikle de Mescid-i Aksa alanında göz kamaştırıcı eserler bırakmışlardı. Ancak şehir surları, Eyyubilerden alınan siyasi miras gereği, yıkık bir şekilde muhafaza edilmişti. Kanuni’nin emriyle, Kudüs surları 1537-1541 yılları arasında yeniden imar edildi, şu anda hâlâ kullanılan yedi kapı da bu dönemde açıldı. Osmanlılar, Kudüs’te sayısız çeşme, sebil ve şadırvan inşa ettiler, mevcut eserleri onardılar, şehri mamur ve bayındır bir hale getirdiler. Memlükler bir “taş medeniyeti” iken, Osmanlılar “su medeniyeti” olarak öne çıkmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’nın bitişiyle birlikte, Osmanlı İmparatorluğu’nun Filistin’den çekilmesinin ardından, 9 Aralık 1917’de İngiliz komutan Edmund Allenby, birliklerinin başında Kudüs’e girdi. El Halil Kapısı’ndan yürüyerek eski şehre adım atan Allenby, Kudüs’teki İngiliz hâkimiyetini de böylece başlatmış oluyordu. Filistin, üç yıl sonra resmen İngiliz manda yönetimi altına alındı. İngilizlerin Filistin ve Kudüs’teki hâkimiyeti çatışmalı ve sancılı bir dönem olmuştur. Nihayet kaosla baş edemeyen İngiliz siyasetinin bölgeden çekilmeye karar verişiyle İsrail’in kuruluşuna giden süreç de başlamıştır.
Evet son günlerde gündem olan Mescid-i Aksa aslında insalığın ortak mirasıdır. Ancak İsrail bilindiği üzere yıllardır Mescid-i Aksa’nın altını kazmakta ve onu yıkıp yerine Sinagog olarak Süleyman Mabedi’ni inşa edeceklerini söylemektedir. Ne diyelim acıların şehri Kudüs ve kutsal varlığı daha ne kadar zulüm görecek hep birlikte göreceğiz.