Jeoloji Mühendisleri Odasının 26 Şubat 2020 tarihinde “Fay Yasası” olarak tanıttığı ve Siyasi Parti Başkanlarına, Cumhurbaşkanına, Grup Başkan Vekillerine gönderdiği çeşitli kanunlara yönelik değişiklik öneriler için İnşaat Mühendisleri Odası bir görüş yayınladı. Bu önerilerin 30 Ekim 2020 tarihinde meydana gelen İzmir Seferihisar Depremi sonrası medya tarafından ön plana çıkartılması sonucu İnşaat Mühendisleri Odası web sitesinde bir görüş yazısı yayınladı.
İnşaat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Görüşü:
YÖNTEM ÜZERİNE
Jeoloji Mühendisleri Odasının(JMO), bağlı olduğu Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğini ve bu birliğin dahilindeki Mühendislik, Mimarlık ve Şehir Plancılığı Odalarını yok sayarak hazırlayıp gönderdiği taslak öneri maddeleri her açıdan sorunlu metinlerdir.
Yürütme ve yürürlük maddelerini çıkarırsak toplam üç maddelik ve sadece bir maddesi Fay ile ilgili olan yasa önerisi ile deprem hasarlarının önleneceği algısı yaratılmaktadır.
Ayrıca Planlama, Yapılaşma, Yapı Denetim ve TMMOB faaliyetlerini etkileyecek olan yasa maddesi önerilerinin TMMOB`nden gizli, habersiz yapılıyor olması izahtan uzak anlaşılması mümkün olmayan bir eylemdir.
TMMOB ve bağlı Odaları, gerek kendini doğrudan ilgilendiren konularda, gerekse ülkenin imar ve bayındırlık faaliyetlerinde, siyasal iktidarların kendini yok saymasını çeşitli defalar yaşamıştır. Fakat TMMOB`nin kendi içindeki bir meslek odasının, mevcut siyasal iklimin “tekçi”, “ben bilirimci”, “gizli saklı iş yapmacı” anlayışlarından bu denli etkilenmiş olduğunu görmek hepimiz için üzüntü verici olmuştur. Bu durum basit bir prosedür hatası, olarak düşünülemez. Düşünülmemektedir.
GEREKÇELER ÜZERİNE
JMO`nın 26/02/2020 tarihli ve (içinde TMMOB`nin olmadığı) genel dağıtımlı yasa önerisinin ön yazısındaki tespitler sorunludur. Sorunlu tespitler, doğal olarak sorunlu sonuçlar doğurmaktadır.
“…Depremlerde, can ve mal kayıplarının çoğunun “Aktif Fay Zonları veya Hatları” üzerine doğrudan oturan yerleşim birimlerinde daha ağır bir şekilde yaşandığı, Odamızın tarafından yerinde yapılan incelemelerde görülmüştür…” denilmektedir. (altı çizili ve koyulaştırılmış kısım metnin orijinalindeki gibidir)
JMO`nun bu tespitleri hangi ülke için yaptığı bilinmemekle birlikte, ülkemizdeki can ve mal kayıplarının çoğunun yukarıda bahsi geçen yerlerde olmadığı kesindir. Merkez üssü Sivrice kırsalı olan 6,8 büyüklüğündeki 24 Ocak 2020 tarihli depremin can ve mal kaybı açısından ağır sonuçları, merkez üssünden ve yüzey fay hattından onlarca kilometre ötedeki Elazığ kent merkezinde görülmüştür. Malatya ve çevre ilçelerinde ağır hasarlı binaların oluşmasına sebebiyet vermiştir.
En son örnek İzmir`dir. 30 Ekim 2020 tarihinde İzmir Seferihisar açıklarında meydana gelen 6,9 büyüklüğündeki depremin, merkez üssünden 70 km ötedeki İzmir Bayraklıda büyük hasar yaratması ve çok sayıda can kaybına sebebiyet vermesidir. Seferihisar`da tsunami nedeniyle yaşamını yitiren bir yurttaşımız hariç olmak üzere can kayıplarının tümü bu bölgede yaşanmıştır. 1999 Marmara Depremi de dahil olmak üzere bu konuda onlarca örnek sıralanabilir.
Çeşitli kaynaklarda farklı oranlar olsa bile hepsinin ortak sonucu, yüzey fay hareketi sebebiyle yıkılan veya hasar gören bina oranının son derece düşük olduğudur. Buna karşılık bilimsel bir mesleği temsil eden Meslek Odasından beklenen şey kendi iddiasını desteklemek için gerçekleri eğip bükmesi değil, verileri rakamlarla ortaya koymasıdır.
Ön yazıdaki bir başka tespit; “… Başta içinde aktif fay hattı veya zonu geçen kentlerimiz olmak üzere, ülke insanımızın can ve mal güvenliğinin sağlanması için aciliyetinde zaruret gördüğümüz, gerek Avrupa Birliği Yapı Standartları, gerekse ABD Kaliforniya da olduğu gibi 7269 sayılı Kanunda gerekli değişiklikler yapılarak fay hatları ve zonları üzerine yapı yapılmasına yasaklama getirilerek (fay yasasının çıkarılarak) ülkemiz insanının can ve mal güvenliğinin sağlanması ve kentlerimizin risk havuzu olmaktan çıkarılması gerektiği düşünülmektedir…” şeklindedir.
JMO`nun bu tespiti sonrası, İstanbul ve İzmir gibi şehirlerde yaşayan yurttaşlarımız ve kent yöneticilerin rahatlamış olması beklenir! Çünkü 6,5 ve üzeri deprem yaratacağı düşünülen fay hatlarının kentlerin kilometrelerce dışından geçiyor olması ve hatta denizin içinde olması, JMO tespitlerine göre yıkıma sebebiyet vermeyecektir!
Aktif fay kuşağı veya zonlarında (bölgelerinde) yapı yasaklanması ifadesi mühendislik bilimi ile örtüşmemektedir. “Depreme Dayanıklı Yapı” kavramının yok sayılması, Deprem Yönetmeliklerine de ihtiyaç kalmaması anlamına gelmektedir. Eğer bu mantık ile hareket edilir ise, deprem tehlike haritasına göre aktif fay zonunda kalan ve nüfusunun da çoğunluğu bu zonlarda yaşayan ülkemizin neredeyse 2/3`ünde yapılaşmanın yasaklanması gerekecektir.
Son yıllarda yaşanan en büyük deprem olan, kuzey anadolu fay hattı boyunca 3 segmenti peş peşe kırılan, yaklaşık 45 sn. süren ve yaklaşık 400 000 binanın hasar görmesine neden olan Doğu Marmara Depreminde dahi, fay httındakai yüzey kırığı üzerine denk geldiği için yıkılan bina sayısı bir elin parmaklarını geçmez.
Depremlerde, deprem dalgasının oluşmaması nedeniyle yüzey kırıklarının hemen yanındaki binalar ayakta kalabilirken çok daha uzağındaki binaların yıkıldığı da görülen ve bilinen bir gerçektir. Fay zonlarında yapılaşma yasağı getirilmesi ve bunun önceliklendirilmesi söyleminin hiç bir bilimsel dayanağı olmadığı gibi, depreme karşı öncelikle alınması gereken önlemler açısından zafiyete sebep olacak şekilde hedef saptırmadır.
Keza, Kaliforniya`da fay zonlarında yapılaşmanın yasaklandığı ifadesinin de doğru olmadığı, ABD, Japonya, Yeni Zelanda gibi ülkelerde konuya sadece tehlike değil risk tabanlı yaklaşıldığı, koruma bandı (tampon) konulsa da bu küçük tampon bölge sınırları içerisinde bile içinde yoğun insan yaşamayan riski düşük yapılarla sınıflandırılarak izin verildiği bilinmektedir. Bu durum JMO`nun referans verdiği, Yeni Zelanda Çevre Bakanlığı için hazırlanmış olan “Planning for Development of Land on or Close to Active Faults” başlıklı rapor ve “California Code, Public Resources Code – PRC Chapter7.5. Earthquake Fault Zoning” belgeleri içerisinde de görülebilir.
JMO`nun bir başka orijinal(!) tespiti; “…bu konuda ülkemizle benzer depremler yaşayan Kaliforniya`da ise 1970 yılların başından çıkarılan “fay yasası” ile toplum güvence altına alınmış bulunmaktadır. Ancak ülkemizde, deprem yönetmeliklerimiz ne yazık ki, “beton lobisinin etkisiyle” bugüne kadar bu tür düzenlemelerin yapılmasına engel olmuş, bunun yerine “sorun fayda değil, sorun beton kalitesinde” denilerek, her yönetmelikte buna ilişkin düzenlemelerin yapılması ve gerekli tedbirlerin zamanında alınması engellenmiştir…” şeklindedir.
JMO`nun bu tespitinden, Amerika Birleşik Devletlerinin bina güvenliği gibi boş işlerle uğraşmadığını öğrenmiş oluyoruz! Ülkemizde ise bazı müphem grupların (ki “beton lobisi” olarak anılmaktadır) “sorun fayda değil, sorun beton kalitesinde” şiarıyla bina güvenliği, deprem yönetmeliği gibi gereksiz konuları topluma dayattığı ve dolayısıyla “bina yapmazsan risk almazsın” gibi gerçekçi(!) çözümleri engellediğini anlamış bulunuyoruz!
Bir yer bilimcinin mesleki formasyonu ve iştigal konuları itibarıyla planlama, yapılaşma ve güvenli yapı üretme gibi hususlarda, eğer özel bir ilgisi yoksa, bilgi sahibi olması beklenmez. Dolayısıyla mühendislik kültürüne rasyonel düşünceye uymasa bile, yukarıda belirtilen iddia, itham ve tespitlerde bulunan birisi, anlayışla karşılanabilir. Ancak, yukardaki hayal mahsulü gerekçelere dayanan tek maddelik bir yasa maddesi ile can ve mal güvenliği gibi meselelere çözüm getirileceğini söylemek ve girişimlerde bulunmak artık tehlikeli olma halini almıştır.
MADDE 1 :
JMO`nın “Fay Yasası” adı altında ve adıyla mütenasip olabilecek tek maddelik önerisi; 7269 Sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanunun 2. Maddesinin 1. fıkrasının aşağıdaki gibi değiştirilmesi şeklindedir.
“Yapılacak özel jeolojik araştırmalar sonucunda aktif olduğu tespit edilen fay hattı veya zonları ile heyelan, kaya düşmesi, çığ, su baskını gibi doğa kaynaklı afetlere uğramış veya uğrayabilir alanlar üzerine herhangi bir yapı inşa edilemez. Tespit edilen bu alanlar 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu çerçevesinde imar planlarına işlenir. İmar planı bulunmayan kasaba ve köylerde harita ve krokilere işlenmek suretiyle afete maruz olabilecek alan olarak ilan edilir. Afete maruz alanlar, İçişleri Bakanın teklifi ile Cumhurbaşkanlığınca kararlaştırılır. Bu suretle tespit olunan alan sınırları, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının isteği üzerine ilgili valiliklerce mahallinde ilan olunur, Bu fıkranın uygulanmasına ilişkin diğer usul ve esaslar İçişleri Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.”
Öncelikle, aktif fay hatlarının tespitinin jeofizik çalışmalar gerektiriyor olması nedeniyle, metindeki tespit çalışmalarından yüzey fay kırıklarının kastedildiğini anladığımızı ifade edelim. Bu yüzey fay hatlarının veya zonlarının üzerine herhangi bir yapının inşa edilmeyeceğinin ne anlama geldiğini biraz irdelemek ve bazı soruları sormak gerekiyor.
Yüzey kırıkları bir hat olarak çeşitli jeolojik çalışmalar ile tespit edilebilir. Fakat, her yüzeysel fay hattı mutlakıyet ifade edilebilir mi? Her zeminde örneğin alüvyon zeminlerde yüzeysel fay hattı tespit edilebilir mi? Yüzey kırıkları tespit edilemiyorsa deprem riski olmadığı mı varsayılır? Ayrıca zon nedir ve yüzeysel fay hattının kaç metrelik etrafını ifade eder? Tüm zemin cinsleri için aynı mıdır? Yapı yasağı açısından, aktif fay tanımında kaç yıllık periyotlar esas alınmaktadır? Yapı yasağı, periyot başlangıcındaki faylar için (örneğin 1999`da kırılan bölümler için) aynı mutlakıyette mi uygulanacaktır?
Cevabını JMO metinlerinde bulamadığımız bu türlü soruları çoğaltmak mümkün. Şimdi yapıyla ilgili yasağı irdeleyelim.
“Yapı” kavramının “Bina” kavramını da kapsadığı gerçeğinden yola çıkarak, fay zonları (nereleri ve ne kadarlık alanları tarif ettiği bilinmeyen bölgeler) dahilinde 1-2 katlı hafif strüktürlü konutlar, tarımsal binalar (kümes-ahır-barınak) ve depolar gibi insan yoğunluğu düşük binaların da dahil olduğu hiçbir binanın yapılamayacağının yanı sıra; kara yolları, demir yolları, bunların üzerindeki köprüler, viyadükler, menfezler, tüneller, sulama kanalları, taşkın koruma yapıları, regülatörler, boru hatları, isale hatları, kanalizasyon hatları, elektrik hatları, kıyı yapıları, mendirekler, dalgakıranlar gibi tüm yapıların yapılamayacağı bir düzenleme önerilmektedir.
Yani “fay zonu” çevresinde ilk çağların yaşam tarzı, onun dışındaki yerlerde (deprem riski olmadığı için) serbest yapılaşma!.. İşte JMO temsilcilerinin Ulusal Deprem Strateji Planı!..
MADDE 2 :
JMO`nın “Fay Yasası”nın 2. Maddesi, her ne kadar adıyla uyumlu olmasa bile 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkındaki Kanunun 2. Maddesinin (a) bendine yöneliktir ve aşağıdaki gibidir.
“a) Proje müelliflerince hazırlanan, yapının inşa edileceği arsa veya arazinin zemin ve temel raporları ile uygulama projelerinin yerinde denetimini de esas alacak şekilde ilgili mevzuata, standartlara ve şartnamelere göre inceleyerek denetlemek, uygun olan etüt ve projeler hakkında ilgili idareye uygunluk görüşünü bildirmek”
JMO temsilcileri bu maddeyi gerekçelendirirken ilginç bir tespitte bulunmaktadır. “Gerek 24.01.2020 tarihinde meydana gelen Elazığ-Sivrice depremi, gerekse Manisa ve Denizli`de meydana gelen son yaşadığımız depremlerdeki can ve ekonomik kayıpların en önemli nedenlerinden birinin de binanın üzerinde oturduğu zemin birimlerinin özellikleri ile binaların etüt ve projelendirmesi aşamasında yapılan zemin ve temel araştırmalarının denetimsizliğinden kaynaklandığı açıkça ortaya çıkmıştır.”
Bu iddialı tespitin bilimsel bir mesleğin temsilcisi olan JMO tarafından verileriyle ortaya konulacağını umuyoruz. Çünkü bu önemli tespitin gerek mühendisliğe gerekse güvenli yapı üretimine katkıları büyük olacaktır!
Fakat ilginçtir ki, fay hatlarının üzerinde oturuyor olmanın dışında başka sebeplerden de binaların hasar gördüğü yine JMO tarafından ortaya konulmaktadır. Çünkü bu metnin yazarları sadece 2 sayfa öncesinde “Son yaşadığımız, Elazığ depremi de göstermiştir ki, depreme kaynaklık eden Doğu Anadolu Fay Zonu üzerine oturan binaların depreme karşı koyarak ayakta kalması mümkün olmamış, can ve mal kayıpları ortaya çıkmıştır.” demişlerdir.
Şimdi kafamızı karıştıran ve anlamakta zorlandığımız konu şöyledir. Elâzığ`daki Dilek Apartmanı, Ayken Apartmanı, Kalay Apartmanı, Mavi Göl Apartmanı ve diğerleri neden yıkıldı? Fay hatlarının üzerinde olmalarından mı? Zemin etüt raporlarının denetlenmediğinden mi?
Anlaşılan o ki, ne türlü bir madde öneriliyorsa yıkımlar ve can kayıpları o maddeye göre gerekçe haline getirilmektedir.
Özellikle deprem felaketleri sonrası kamuoyunun dikkatini çekip gündemine giren Yapı Denetim Yasası, hem TMMOB hem de ilgili Odaları tarafından pek çok yönüyle değerlendirilmekte ve eleştirilmektedir. Bu haliyle kamusal bir hizmet vermediği, rantçı çıkar çevrelerinin önünde engel teşkil etmediği, sağlıklı yapı üretimini temin edemediği, mühendisliği deforme edip imzacılığa indirgediği ve dolayısıyla toplumun can ve mal güvenliğini tehdit ettiği gibi pek çok konuda eleştiriye maruz kalan Yapı Denetim Yasası, ilginçtir ki, JMO`nı sadece kendi mensuplarının bu sistemin dahilinde olup olmaması yönüyle ilgilendirmektedir. Çünkü zemin etüt raporlarının “yerinde denetimi” gibi son derece orijinal(!) bir gerekçe ile yapı denetim firmalarında jeoloji mühendislerinin istihdamını talep etmesi ve bunu da depreme karşı can ve mal güvenliğinin teminatı haline getirmesi o meslek mensuplarının bile kabul edebileceği bir durum değildir.
Zemin Etüdü (analizi) bir yapının statik tasarımcısı/projecisi için en önemli ve öncelikli çalışmadır. Zeminin yapısı ve özellikleri bir binanın yapısal ve temel sistemleri açısından hayati önem taşır. Dolayısıyla projeyi doğrudan etkileyen zemin etütleri projecinin gözetim ve denetiminde gerçekleşir. Projecinin taleplerine göre şekillenir. Çünkü yapı güvenliği öncelikle proje ile tesis edilir ve cezai sorumluluk da proje müellifindedir.
Bilindiği gibi zemin araştırmaları Sondaj, Konik Penetrasyon Testi, Yükleme Deneyi, Kayma (Vs) Dalga Hızı Ölçümü, Elek Analizi gibi fiziksel ve aletli ölçümlerle yapılmaktadır. Bu çalışmalar sonucu ortaya çıkan veriler ışığında yapılan hesaplar ve hazırlanan projeler inşa aşaması öncesi Yapı Denetim Proje Denetmeni tarafından ilgili mevzuata, teknik kriterlere, fen kurallarına uygunluğu açısından denetlenir ve onaylanması halinde gerekli işlemler tamamlanır ve inşa aşamasına geçilir. İnşaat faaliyetleri başladığı zaman Yapı Denetim elemanları “yerinde denetim” ile inşaatın onaylı projesine uygun yapılıp yapılmadığını denetler.
JMO`nın önerisi inşa aşamasındaki bir yapının Zemin Araştırmalarının Yapı Denetim firmalarında istihdam edilmiş bir Jeoloji Mühendisi tarafından “yerinde” denetlenmesidir.
Bu öneri doğal olarak şu soruyu gündeme getirmektedir. Bir zemin raporu verilerinin ancak aynı test ve deneylerin, fiziki işlemlerin, yeniden yapılması ile denetlenebileceğine göre, yapı denetim elemanı olan bir Jeoloji Mühendisi yerinde denetimi nasıl gerçekleştirecektir? Var sayalım ki Yapı Denetim firması tam teşekküllü donanıma sahip ve aynı işlemleri yineleyebilir. O zaman yapılan işlemin adı denetim midir yoksa zemin etütlerinin yinelenmesi mi? Eğer bir etüt çalışması en az iki defa yapılacaksa neden proje sonrası inşa aşamasında yapılacaktır? gibi sorular gayrı ihtiyari sorulmakta ancak JMO metinlerinde karşılığı bulunamamaktadır.
Belki de JMO utangaç bir şekilde temel inşaatı denetimine talip olmak istemektedir! Bu durum söz konusu olabilir fakat bahsi geçen Jeoloji Mühendisinin İnşaat Mühendisliği eğitimi veren bölümlerden birine kaydolup İnşaat Mühendisi diploması alması kaydıyla.
MADDE 3:
JMO`nın “Fay Yasası”nın sonuncu maddesi 3194 sayılı İmar Kanununun 8. Maddesinin (ı) bendine yöneliktir.
“(ı) Harita, plan, etüt ve projeler; idare ve ilgili kanunlarında açıkça belirtilen yetkili kuruluşlar ve meslek odaları dışında başka bir kurum veya kuruluşun vize veya onayına tabi tutulamaz. Meslek odalarının, harita, plan, etüt ve projelerin mesleki denetimi için alacakları vize veya onay ücretleri üyelerinin aylık aidat miktarının üç katından fazla olamaz.” Şeklinde önerilmektedir.
JMO`nın etüt, proje plan ve haritalar gibi mühendislik mimarlık ürünlerinin ilgili meslek odalarının mesleki denetimine imkan sağlayacağını düşündüğü bu teklifi TMMOB ve diğer Odalar açısından tam bir emrivakidir. Mesleki Denetim uygulamalarının önünün hangi düzenlemelerle açılacağı, mesleki hizmetlerin niteliğinin yükseltilmesi için başka ne türlü düzenlemelerin gerektiği, bunlar için ne türlü süreçler izlenmesi gerektiği TMMOB ve ilgili Odaları tarafından düşünülmüyor olsa gerek ki JMO, TMMOB adına TMMOB`den habersiz tekliflerde bulunabiliyor!.. Hatta JMO, tüm mühendis, mimar ve şehir plancılarının kendi Odaları tarafından sömürülmemeleri(!) için “vize” ücretlerinin üst sınırını bile düşünüp belirleyebiliyor! Bu durum izah edilebilir olmaktan oldukça uzaktır.
JMO yöneticileri neyi amaçlıyorlar bilinmez! Fakat onlarca yıllık birikime sahip Jeoloji Mühendisleri Odasının ve son derece saygın bir mesleğin sürüklendiği bu durum oldukça düşündürücüdür.
SONUÇ
Türkiye bir depremler ülkesidir. Deprem haritasına bakıldığında ülkemiz topraklarının önemli bir kısmının fay hatları üzerinde olduğu görülmektedir. Çok ciddi can ve mal kayıplarına neden olan Büyük Marmara Depremlerinin üzerinden 21 yıl geçmiş olmasına rağmen Elazığ`da ve İzmir`de yaşadığımız depremler ülkemizin hala depreme hazır olmadığını, hiçbir ciddi hazırlık olmaksızın onlarca yılını boşuna geçirdiğini gözler önüne sermiştir.
Deprem bir doğa olayıdır. Doğanın bu hareketini önlemek mümkün değildir. Ancak doğa olaylarının insan yaşamı üzerindeki olumsuz etkilerini bertaraf etmek, güvenli ve sağlıklı bir çevre oluşturmak mümkündür. Zaten mühendislik disiplinlerinin doğuşu ve gelişimi tam da bu gereksinimlere göre şekillenmiştir. Özelde ise inşaat mühendisliği, her tür doğa olayı karşısında insanların yaşayabileceği, çalışabileceği, ulaşımlarını sağlayabilecekleri, gereksinimlerini karşılayabilecekleri dayanıklı yapıların yapılabilmesini mümkün kılmak üzere gelişmiştir.
Bu gün ülkemiz deprem ve diğer afetler açısından iki büyük sorunla karşı karşıyadır. Bunlardan birincisi mevcut yapı stokunun durumu, diğeri ise yeni yapılaşma ve kentleşmenin niteliğidir. Her iki konu da rantçı ve çıkarcı yaklaşımlardan uzak kalarak ele alınırsa çözüme kavuşturulabilir. Siyasal iktidarın en büyük sorunu bu çevrelere karşı mesafe koyamaması, gözünü bilime ve akılcılığa kapatmasıdır.
Deprem, oluşumundan yaratmış olduğu sonuçlara kadar çok bilinmeyenli bir denklem gibidir. Bu sürecin anlaşılması, tedbirlerinin alınması ve doğru yönetilmesi ciddiyet, akılcılık, kolektiflik ve bilimsellik gerektirir. Depreme siyasi kaygılarla yaklaşılamayacağı gibi mesleki kaygılarla da yaklaşılmaz. Aksi durumda toplumun ödeyeceği bedeller ödediklerinden kat be kat fazla olacaktır.
SON SÖZ
Yüzey fay hatlarının risk bazlı değerlendirilip bu bölgelere sınırlandırılma getirilmesi depreme karşı alınacak önlemlerden birisi olabilir. Gerek belediyelerin gerekse merkezi hükümetin imar planları hazırlanırken bu tür sınırlandırmalar getirme yetkileri ve hatta zorunlulukları bulunmaktadır. Fakat zorlayıcı olması açısından yeni düzenlemeler yapılabilir. Bu düzenlemelerin hangi mevzuatlarda ve hangi sınırlar içerisinde olacağı, TMMOB platformunda, ilgili ve sorumlu meslek grupları tarafından tartışılarak ortaya çıkarılması gerekmektedir.
Jeoloji Mühendisleri Odası yayınlamış olduğu bu metinleri ivedilikle geri çekmelidir.
TMMOB İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI
YÖNETİM KURULU
Kaynak: http://www.imo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=35561&tipi=80&sube=0