Bir önceki yazımda dilim döndüğünce, mimari tarihimizin eleştirisini yapmış ve günümüz mimarisinin temel sorunlarına değinerek çözümü için nelerin gerekli olduğuna değinmiştim. Tabi ki benim bu eleştirilerim yeterli değil ancak başlangıçtır. (Bir önceki yazımı buradan okuyabilirsiniz) Bu yazımda ise şair ve yazar İbrahim Tenekeci’nin, Nihayet Dergisi’nin Kasım 2017 sayısında yer alan “Kentsel Dönüşüm Değil, Kültürel Değişim” başlıklı yazısından yola çıkarak kentsel dönüşümden kısmen de olsa bahsetmeye çalışacağım.
Hepinizin de malumu olduğu üzere Marmara depreminden bilhassa 2012’den sonra ‘Kentsel Dönüşüm‘ adı verilen olayın adını sıkça duyar olduk. Peki adını bu kadar çok duyduğumuz kentsel dönüşüm ne manaya geliyor diye hiç sorduk mu kendi kendimize veya çevremize? Sanırım hayır! Kentsel dönüşüm, “6306 sayılı Afet Riskli Yapıların Yenilenmesi Hakkında Kanuna göre, kentteki afet riski taşıyan alanların belirlenip, sağlıklı ve de yaşanılabilir hale getirilmesidir.” diye tanımlanır. Ama ben burada bu anlam üzerinde değil de yazar İbrahim Tenekeci’nin de dediği gibi ‘Kentsel Dönüşüm Değil, Kültürel Değişim’ manasından dem vuracağım. Bir önceki yazımı okuyanların dikkatini çekecektir ki burada da karşımıza “kültür” denilen olgu çıktı!
Gelelim benim bu yazıyı yazmama vesile olan İbrahim Tenekeci’nin yazısına. Yazar, ‘bakalım ne kadar değişmiş?’ diyerek bazı semtlerin 20 yıl önce çektiği fotoğraflarını çıkarır kutusundan. Ve aşağıda bulunan aynı yerin 20 yıl arayla çekilmiş fotoğraflarıyla karşılaşır. İlk cümleleri ise şunlar oluyor: “Kentsel dönüşüm değil, kültürel değişim. İmar etmekten çok yıkım yapmaya benziyor. Sokağı, mahalleyi, komşuluğu, yani insaniyeti yıkan bir teşebbüs bu. Böyle bir çirkinliğin muhafazakârların eliyle olması ayrıca acı. Devlet desteği ve belediye marifetiyle. Belki de üzülmeliyiz.”
Fotoğraflara baktıktan sonra siz de göreceksiniz ki iki fotoğraf arasında hiç benzerlik yok! Toprağa, yani geldiğimiz yere artık yaşayacağımız ve yatacağımız yer olarak değil ‘yatırım’ yapacağımız yer olarak bakıyoruz. Yazarın da dediği gibi bu da beraberinde merhametsizliği getiriyor. Kentsel dönüşümü ‘ihtiyaç’ olarak tanımlayabilenler olabilir. Ama ihtiyaç böyle giderilmez. İhtiyaç giderilirken bazı değerleri yok sayamazsınız. Aksi takdirde daha nice ‘iki fotoğraf arsındaki farkları değil, benzerlikleri bulun’ sözüyle karşılaşırız!
Ben kentsel dönüşüme karşı değilim. Tabiki de çürük binaların yenilenmesi, depreme karşı dayanıklı hale gelmesi gerekir. Hatta bu durum artık elzem olmuştur. Bu konuda herkes hemfikirdir. Ancak kentsel dönüşüm adı altında rant peşinde koşanlaradır benim tepkim. Çünkü bu düşüncede olanların sadece kendisine(!) faydası vardır. Bir de projelerini “yeşil alan içinde sosyal yaşam” gibi cafcaflı sözlerle süslemeleri ne garip. Her ne kadar bu gaye peşinde olan mimar ve mühendislere tepki göstersek de, onlar da kendilerine tanınan haklarını kullanıyorlar. Asıl görev bu alanları imara açanlara düşüyor. Kentsel dönüşüm için yeni bir imar alanı açılmamasına azami gayret gösterilmeli. Aksi takdirde etrafımızda beton yığınlarından başka bir şey göremeyiz!
Bu yazıyı yazmamda ki gayem bu durumun önüne geçmek olamasa da bu konuda fikir sahibi olmak ve işin aslının farkına varabilmek. Benim gibi eğitimi bitmek üzere olup mesleğine başlayacak gençlerin daha dikkatli olması gerekir. Kentsel dönüşümü doğru olarak okumamız gerekiyor. Zira piyasaya kendimizi bırakırsak piyasanın istediği mimar ve mühendis oluruz. Bu yüzden kendimizi her alanda geliştirip kültürel zenginliğimizi artırmalıyız. Günümüzde her birimiz, neden sonsuzu kucaklayan eserler inşa eden Mimar Sinan olamayız ki?
Yazımı Bilge Mimar Turgut Cansever’in üzerinde tefekkür etmemiz gereken bir sözüyle tamamlamak istiyorum:
“Şehri imar ederken nesli ihya etmeyi ihmal ederseniz, ihmal ettiğiniz nesil imar ettiğiniz şehri tahrip eder”
İsmail Akkan
Başkent Üniversitesi-Mimarlık