Doğal afetler karşısında savunmasız kalan insan psikolojisi, ruhsal problemlere yenik düşüyor. Son dönemde Türkiye’de yaşanan depremler ve uzmanların öngördüğü olası depremler anksiyeteyi tetikliyor. Türkiye’de meydana gelen depremlerin psikolojik etkilerini değerlendiren psikolog ve psikoterapist Anıl Yılmaz, “Son dönemde ülkemizde yaşanan depremler, gerek deprem anının verdiği şok gerekse zihinlerde bıraktığı olumsuz senaryolar sebebiyle anksiyeteyi tetikler durumda.” dedi.
Deprem kaygısı yalnızca deprem anı ve sonrasında yaşanan korkuyla değil, doğal afetlere hazırlıksız yakalanma, belirsizlik, kayıp verme ve konut kaybetme gibi endişelerle de tetikleniyor. Uzmanlar deprem kaygısını yenmek için rasyonel önlemler alınması gerektiği belirtiyor. Yaşanan doğal afetler ve iklim değişikliğinin olası etkileri insanlarda korkutucu ve şok edici etkilerin yanı sıra kronik kaygı oluşumuna neden oluyor. Bu durumun ‘eko-anksiyete’ olarak adlandırıldığını belirten psikolog ve psikoterapist Anıl Yılmaz, son olarak Manisa ve Elazığ’daki depremzedeler kadar, büyük depremin beklendiği İstanbul gibi şehirlerde yaşayanları da olumsuz etkilediğini belirtti.
Depremin psikolojik yıkımları ciddiye alınmalı
Türkiye’de meydana gelen depremlerin psikolojik etkilerini değerlendiren psikolog ve psikoterapist Anıl Yılmaz, “Kaygı bozukluğu olarak da adlandırdığımız anksiyete, sürekli olarak gelecek hakkında olumsuz düşüncelere kapılma ve endişe duyma halidir. Ciddi boyutlara vardığında insanların günlük hayatlarını da olumsuz etkileyen bu durum, insan kontrolü dışında gelişen ve önceden tahmin edilmesi mümkün olmayan doğal afetler nedeniyle de tetiklenebilir. Son dönemde ülkemizde yaşanan depremler, gerek deprem anının verdiği şok gerekse zihinlerde bıraktığı olumsuz senaryolar sebebiyle anksiyeteyi tetikler durumda. Kaygıyla baskılanmanın yanı sıra, depreme karşı savunmasız kalan ve bunun tüm şartlar için geçerli olduğuna kendini inandıran insan psikolojisi, deprem öncesinde, deprem anında veya sonrasında alması gereken rasyonel ve radikal kararları alamayabiliyor. Depremin sebep olabileceği bu gibi psikolojik yıkımlar, çevresel yıkımlardan daha büyük bir tehlike oluşturuyor.” şeklinde konuştu.
Depreme karşı kaygıyı değil önlemleri artırın
Önlem almak adına sergilenen tutum ve davranışların da kaygıyı tetikleyebileceğinin altını çizen Yılmaz, “Depreme dair kaygıları yok saymak veya tepkileri bastırmak kaygıyı daha da körükleyebilir. Ancak deprem gerçeğinin kabullenildiği, yaşam düzeni ve tutumların bu gerçek etrafında şekillendirildiği durumlar anksiyeteye yol açabilir. Odaların kapılarını veya ışıklarını daima açık bırakmak, deprem çantasını yatağın yanı başında hazır bulundurmak veya çocukları uyku saatlerinde yalnız bırakmamak gibi davranışlar, kaçınılan senaryoları hayatın tam merkezine taşımaya ve kaygı durumunu sürekli hale getirmeye neden olur. Psikolojide bilişsel-davranışçı yaklaşıma göre; duruma bağlı olarak farkında olunmayan kaygılar tetiklenerek birçok kaygı aynı anda ve yoğun duygularla yaşanabilir. Bunun için önce planlı davranmak, çevrede ve yaşam alanlarında tavsiye edilen somut düzenlemeleri yapmak, çocukları acil durumlarla ilgili bilgilendirmek, kaygıyı değil bilinci artırmak gerekiyor. Bireylerin zihinleri rahatlatmaları ve rasyonel davranabilmeleri için hem kendilerinin hem de çocuklarının depreme hazırlıklı olduğunu bilmesi şart.” dedi.