Son zamanlarda şehirlerin silüetleri bilhassa İstanbul’un silüetiyle ilgili haberleri görmüş veya duymuşsunuzdur. Hatta devlet yetkilileri bile şehirlere ihanet ettiklerini belirttiler. Bu durumun en acı örneği ise maalesef İstanbul’un başına geldi ve halen de gelmeye devam ediyor. Acaba Mimar Sinan İstanbul’un bu durumunu görse ne der bizlere? Acıdır ki bize emanet edilen şehirlerimizi gelecek nesillerimize yaşanamayacak halde bırakacağız…
Şehir… İnsanlara yaşayacak ortam mı sağlar sadece? Ya da gezmek-eğlenmek için mi varlar? Bence her ikisi de değildir şehirlerin tasarlanış amacı. Peki nedir şehirleri bu kadar önemli kılan özellikler? Neden sürekli olarak günümüz modern mimarisini eleştiyoruz hatta hiç beğenmiyoruz? Eski(meyen) mimaride ne özellik var ki halen bile gıbta ile bakıyoruz o zamanın eserlerine? Soruları daha da çoğaltabiliriz. Ama itiraf etmeliyiz ki günümüzde mimari eserler değil tabiri caiz ise kutu yapmaktayız. Bunun en temel sebebi, gayenin mimari eser yapmak değil sadece bina yapmak olmasıdır.
Şehirler de insanlar gibidir. Okumayı bilirseniz, okuyabilirsiniz. Tabii bunun içinde geniş bir kültürel birikime sahip olmak gerekir. Nitekim Bilge Mimar Turgut Cansever İslam’da Şehir ve Mimari kitabında “Mimarlık varlığın bütün alanlarını kapsayan bir disiplindir. Bu sebeple başarılı bir mimarlık faaliyetinin gerçekleşmesi, kültürel oluşumun temel bir göstergesidir.” demiştir. Hiç şüphesiz ki İstanbul gibi önemli bir şehri en iyi Mimar Sinan okumuştur. Zira İstanbul’un silüetinin %90’ı Mimar Sinan tarafından oluşturulduğu göz önüne alınırsa bu düşünceme siz de katılacaksınız.
Günümüz mimari eserlerin ekserisinin neden bu kadar gudubet olduğunu hiç düşündünüz mü? Bundan 500 yıl önce yapılan bir eser halen ayakta ve gıbta edilecek bir tarzda ise bu durumun oluşmasında o zamanın mimar ve mühendislerinin, içlerinde “ebediyet sırrı” taşımaları ve eserlerine yansıtmalarıydı. Bu yüzden eserleri sonsuzu kucaklardı. Ama maalesefki günümüzde verilen eğitim bu “ebediyet sırrı”ndan tamamen uzak. Hal böyle olunca mezun olan mimar ve mühendisler sonsuzu kucaklayan eserler bırakamıyorlar. Ve öncü eserler değil taklit edilen eserler çoğalıyor.
Şehirler inşa edilirken en önemli faktör çoğu zaman gözden kaçırılıyor. Şehirler insanlar için inşa edilir ve insanın ihya olması için taş üstüne taş konur. İslam’dan uzaklaşan topluluklar bütün değerlerden de uzaklaştığı için, kültürel bir kirlenmeye doğru sürükleniyor, Batı’nın örnek alınmasıyla birlikte insan merkezli değil teknoloji merkezli şehirler kuruluyor. Nitekim Turgut Cansever “Mimarlığın, ‘İnsanın dünyadaki esas vazifesi dünyayı güzelleştirmektir.’ hadis-i şerifinde tarif edilmiş çerçeve içinde oluşmasını sağlamak, sosyal, ruhî ve inanca taalluk eden meselelerini doğru olarak ortaya koymak ve yanılgıları bertaraf etmek uğrunda çaba sarf etmek benim için kaçınılmaz görev olmuştur.” demiştir.
Çağımızın önemli bir hastalığı olan batıyı taklit, bizi özümüzden uzaklaştırdığı gibi kendi tarihini unutarak başka kaynaklara yönelenlerin ortaya koyacakları eserlerin de içi boş olacaktır. İnsan inançlarını eserlerine yansıtmalıdır. Günümüzde bile içine tarihi doku sinmiş eserlere olan yakınlığımız aşikârdır. İnsanlar yüzyıllara meydan okuyarak günümüze ulaşmış eserlere daha yakın hissederler kendilerini. Çünkü o eserlerin kıyısında köşesinde İslam vurgusu vardır.
Sözlerime Bilge Mimar Turgut Cansever’in sanırım her şeye açıklık getiren şu sözüyle son vermek istiyorum:
“İslam düşüncesine göre, şehirler, sokak ve evler de O’nu arayan insana göre konumlanır. Çünkü İslam, insana kâinatı kucaklayabilme bakış açısı kazandırır, böylece insan inşa ettiği her şeyde O’nu arar. Bir ev tasarlarken de, evin içi, dışı ve çevresi o bakış açısına göre tasarlanır.”
İsmail AKKAN
Başkent Üniversitesi-Mimarlık