Mimarimizde ve mimarlık tarihimizde(son zamanlarda) yaşanan eksiklikler herkesçe malumdur. Birbirinin taklidi hatta benzeri ve gudubet yapılar, kendi geçmişine bakmadan batıyı taklidi üstünlük sayanlar, kültürel gelişimine özen göstermeyen mimar ve mühendisler… Bu sorunların çözümü için hiçbir çabanın gösterilmemesi ise ayrı bir tartışma mevzusu. Benim veya bir başkasının bu sorunlara değinmesi ve çözüm önerileri sunması bir yere kadar. Burada en önemli vazife ortaya ürün koyacak kişiye düşüyor.(her meslek grubu için geçerli) Zira sanatçı eserini hakikat ile yoğurmaz ise o eserin kimseye faydası olmaz. Gaye günü kurtaran değil ‘sonsuzu kucaklayan’ eserler bırakmak olmalı. Nitekim Koca Mimar Sinan’ın yaptığı gibi…
Mimar Sinan… Sadece kendi döneminde değil günümüzde de adından söz ettiren bir mimar. Ya da sadece bir mimar mı? Eserlerini tasarlarken sadece fizik kurallarına mı dikkat etmiş de böyle güzide yapılar ortaya çıkmış? Mimar Sinan’ın ne ayrıcalığı vardı ki halen ona ve eserlerine gıpta ile bakıp anlayamıyoruz? Onu anlamak için soruları çoğaltabiliriz. Ama emin olun ki günümüzde Mimar Sinan gibi mimarlar yetişebilir!
Mimar Sinan’ı anlamak için kıssalarını dinlemek bile bazen yeterli olabiliyor:
Mimar Sinan’ın en çok bilinen eserlerinden biri olan Şehzade Cami’nin 1990’lı yıllardaki restorasyon çalışmalarında Sinan tarafından kaleme alınan bir mektup bulunduğu iddia edildi. Bu mektupta caminin restorasyon çalışmalarına ihtiyaç duyulacağı zamanı 400 yıl önceden tahmin eden Sinan’ın, hammadde ve yapı teknikleri konusunda kendinden 400 yıl sonra bu yapıda çalışacak mimar ve mühendislere zarif bir dil ile yol gösterdiği söylenir.
Dikkatinizi çekti mi bilmem ama Mimar Sinan sadece kendi zamanını değil ileriyi de düşünmüş ve yapının restorasyona uğrayacağını tahmin ederek yol gösterici bir mektup bırakmış! Şimdi bir düşünün hangimiz en ufak bir işimizde bile ilerisini düşünebiliyoruz? Bu kıssayı okuduktan sonra, Peter Senge’nin Beşinci Disiplin kitabında vurguladığı şu söz aklıma geldi: “Dünün çözümleri bugünün sorunlarıdır.” Bir başka kıssa ise şöyle:
Mimar Sinan, Selimiye Camii’nin inşaatı tamamlandıktan sonra karşısında oynayan küçük çocuklardan birinin arkadaşına: “Şu minare eğri yapılmış..” dediğini duymuş.
Mimar Sinan hemen küçük çocuğa: “Göster bakalım hangi minare eğri olmuş” deyince, çocuk eliyle işaret ederek “Şu sağ taraftaki minare eğri” diye göstermiş.
Koca Sinan ustalara: “Bize bir halat getirin..” demiş. İşçiler halatı getirerek bir ucunu minareye bağlamışlar.
Koca Sinan küçük çocuğu yanına çağırmış ve “İşçiler şimdi halatı çekerek minareyi düzeltecekler. Minare düzelince sen tamam diyerek bizleri uyar..” demiş..
İşçiler halatı çekmeye başlamışlar ve biraz sonra küçük çocuk haykırmış: “Tamaaam düzeldiii..”
Koca Sinan çocuğa: “Şimdi tamamen düzeldi mi?” diye sorunca, çocuk: “Evet düzeldi, şimdi daha güzel oldu, bak..” diye cevap vermiş.
Ustalar bu olanlara anlam veremeyince Mimar Sinan ustalara dönerek şöyle demiş: “Bu küçük çocuğun kafasındaki minarenin eğriliğini düzeltmeseydik, çocuk caminin yanından her geçerken güzelliğini görmezdi, kafasındaki minare eğriyken.. Önlem alınmazsa, dedikodular aslı astarı olmasa bile iz bırakırlar.. Böylece caminin adı da eğri minareli cami olarak yayılırdı..”
Mimar Sinan’ın cevabı inceliğin, anlayışın, hoşgörünün simgesi idi. Karşılaştığı sorunları ‘ya bilgi ya da bilgelik’ diyerek değil ‘hem bilgi hem bilgelik’ diyerek çözmüştür. Bilgisini mimarlığı ve mühendisliği ile bilgeliğini ise Osmanlı medreselerinde aldığı ilmi tahsille tamamlamıştır. Ama günümüzde maalesef işin sadece bilgi tarafına yöneliyoruz. Kendimizi sadece bir alanda geliştirmek istiyoruz. Bu da beraberinde muhtelif alanları aynı anda kullanamamayı getiriyor.
Mimarlık için sadece teknik bilgi yeterli olmaz. Bu teknik bilgiyi hakikat ile yoğuracak kültürel birikim de gereklidir. Yani insan ne iş yaparsa yapsın inançlarını eserlerine yansıtmalıdır. Nitekim Mimar Sinan her eserinde teknik bilgisinin yanında inancını yani İslam’ı da yansıtmıştır. Ve bu sebepten dolayıdır ki eserleri halen dimdik ayaktadır. Mesela II. Selim adına Mimar Sinan tarafından 6 yılda bitirilen ve kendisinin “ustalık eserim” diye iftihar ettiği Selimiye Camii birçok manevi vasıfları sembolize etmektedir.
Caminin tek kubbesi oluşu; Allah’ın birliğini,
Pencerelerinin beş kademeli oluşu; İslam’ın beş şartını,
Bütün pencerelerinin 99 tane oluşu; Cenab-ı Hakk’ın 99 ismini,
Vaaz kürsülerinin 4 tane oluşu; 4 hak mezhebini,
Mabedin bütün külliyesinde 32 kapının oluşu; İslam’ın 32 farzını,
Arka minarelerinde 6 yolun olması; imanın 6 şartını,
Caminin minarelerinde 12 şerefenin oluşu da yaptıran Osmanlı Devleti’nin 12. padişahını sembolize etmektedir.
Mimar Sinan bütün başarılarıyla beraber, İslam ahlakıyla ahlaklanmış mütevazı bir insandı. Mühründe bulunan; “El-hakirü’l-fakir Mimar Sinan” yazısı, bunu en iyi şekilde ispat eder. Din eğitiminin yanında dil eğitimini, dünya imarının yanında ahiret hazırlığını, yakınlarının yanında yabancıları ve insanların yanında hayvanları ihmal etmeyen Mimar Sinan, vakfiyesinde; Allah rızasının dışında bir şey düşünmeyip, ölümünden sonra rahmet ve hayır dua ile anılmaktan başka bir şey gözetmediğini belirtmektedir.
Hep diyorum iyi bir mimar-mühendis olabilmek için kültür gereklidir. Kültür derken elbette kastettiğim şey seküler Batı kültürü değil kutsal kaynaklardan beslenen kültürdür. Kutsal kaynaklardan beslenen kültürde veren el alan elden üstündür. İki gün birbirinden faklı olmalıdır. İnsanlar Yunus gibi yaşamasını bilmezlerse Sinan gibi inşa etmeyi başaramazlar. Nitekim Turgut Cansever, bir röportajında Mimar Sinan’la ilgili bakın ne demiş: “Şehrin bir canlı olduğunu biliyor. Bir de eninde sonunda yaptığı şeyin, bir canlı yaratmak değil, bir süre kalacak bir nesneyi vücuda getirmek olduğunu… Hristiyan ortaçağ, maddi varlığı yok etme girişimi ile ürününü veriyor. Katedral taştan yapılıyor, ama taş bir realite olarak varken, o taşın üzerine profiller çizilerek, gölgeler atılarak ve hareketli biçimler eklenerek hakikatte var olan nesnenin asli nitelikleri yok edilmeye çalışılıyor. Sinan ise yaradılışın bu verisini saygıyla kabulleniyor ve onunla üretiyor. Değiştirmeden, onun özüne zarar vermeden, onun öz niteliklerini kullanarak ve o öz niteliklerin değerlerinden hareket ederek… Bu tabii sadece Sinan’ın meselesi değil, İslam kültürünün, mimarisinin meselesi. Hep Sinan’dan bahsediyoruz, aslında onu putlaştırmak yerine, daha büyük bir açıdan İslam kültürünün, mimarisinin bütünlüğüne bakmak lazım.”
Günümüzde mühendislik mimarlığın yerine getirilerek “kimsenin aklı ermez, bu hesap işidir” denerek, halk mimari çevrenin oluşturulmasından koparıldı. Mimari eserin bütün insanlara açık olan yüzlerinin konuşulup tartışılması, bütün güzelliklerinin tartışılarak yaşanmasına gündem dışına itildi. Hal böyle iken eserler de müzelik oldular.
Sözlerime, 1836 Viyana doğumlu, 1854 yılında Osmanlı’ya sığınan bir asker olan Franz von Werner, mühtedi(İslamiyeti seçmiş olan) adıyla Murad Efendi’nin günümüzü öngören bir sözüyle son vermek istiyorum:
“Korkarım geleceğin İstanbul görüntüsü de, geçmişin hiçbir hatırasını taşımayan, hayal dünyasına romantik ışıltılardan bir iz bırakmayan Amerikan şehirlerine benzeyecek.”
İsmail AKKAN
Başkent Üniversitesi-Mimarlık